Batı Karadeniz'in En Masum Yüzü
AMASRA Batı Karadeniz'in en şirin, en masum yüzü.Her yer anlatılıyor, anımsanıyor belki ama AMASRA gerçekten yaşanıyor.
AMASRA, Batı Karadeniz'de Bartın iline bağlı, Bartın ilinin az nufuslu, denize kıyısı olan şirin bir ilçesidir.Kış nufusu 5 bin civarındayken, bu oran yaz sezonunda 50-60 binlere çıkmaktadır. Amasranın başlıca geçim kaynakları, balıkçılık, kömür madenciliği ve turizmdir.Çok cüzi fiyatlara dolu dolu tatil yapabilmek mumkundur. Fakat önceden rezarvasyon yapmanın lehinize olacaktır. çünkü dışarda kalma riskiniz olabilmektedir.
Ankara'daki arkadaşlarımızın Amasra'yı anlata anlata bitirememesiyle ve bir çok kişinin sadece balık yiyip döndüklerini söylemeleriyle ciddi bir merak uyandırdı ve bu merak da Amasra'ya bir gezi yapmamıza vesile oldu.
Neyse ki Amasra yolculuğuna başlamıstık ve Bartın iline ulaştık ve 15-16 km gibi bir mesafe kalmıştı Amasra'ya fakat bitmek bilmiyor uzadıkça uzuyor heyecanımız göğüs kafesimizi zorluyordu.Anlatıldığı kadar olabilir miydi acaba. Bartın Amasra yol ayrımından Amasra'ya kıvrılan yola girdiğimizde yeşilin binbir tonuyla bezenmiş ağaçların arasında bir şarkı gibi sözler değer kazanıyor, heyecanımız bir kat daha artıyordu. Yol kıvrıla kıvrıla tepeye doğru uzanıyordu. Tepeye ulaştığımızda yeşille mavinin kucaklaştığı, altından kumsallarda oynaşan dalgalar hayran bakışlarla seyrettiriyordu kendini. O an Fatih Sultan Mehmet'in 'Lala Lala çeşm-i Cihan( yani Dünyanın Gözü) bu mu ola.' sözleri kulağımızda çınlar olmuştu. Evet, haklıydı Sultan Mehmet Han. Kim olsa bu yorumu yapardı heralde. Adeta dünyanın gözüne benziyordu bu manzara. Bu ne müthiş bir manzaraydı. Kendine aşık etmişti adeta o an bizi. Bu eşsiz manzarayı en az yarım saat izlemiştik. Zannımca buraya gelen herkes en az bir yarım saatini o gözleri izleyerek geçirirdi. Bu görsel şölenin izlendiği tepeyi satıcılar mesken tutmuştu. Mısırcılar, sebzeciler, meyveciler ...

Bu tepenin hemen gerisinde 'Kuş Kayası Anıtı' adıyla bilinen Roma döneminden kalma, insan büuüklüğünde başı olmayan bir kartal anıtı bulunmaktadır. Dinlenmek maksadıyla kullanılmıştır yüzyıllardır.Kendimizi toplayıp Amasra'ya doğru yola koyulmuştuk. Hani derler ya' tatlı bir viraj,' diye. Aynen o tabirin yerini tam anlamıyla bulduğu, tatlı tatlı virajları dolaşarak Amasra'ya girmiştik. Ve daha önceden rezerve etmiş olduğumuz şirin bir pansiyonun odasına yerleşmiştik. Bavullarımızı daha açmadan hemen kendimizi hemen Amasra'nın şirin ,çiçek kokulu sokaklarına atmıstık. Minik minik şirin sokaklarında, pembe çiçeklerin arasında Amasra' arşınlıyorduk. deniz alabildiğine mavi, dağlar alabildiğine yeşilin binbir tonuyla yeşillendirilmiş, Tarihi dokular sanki canlıymış gibi üzerimize soluyordu nefesini.
Küçücük bir balıkçı kasabası gibiydi. Bu şirin belde bir çıkıntı gibi denize doğru ilerlemiş sağlı ve sollu iki plaja sahipti. Küçük liman adı verilen sol taraftaki plaj bir koydu. Denizin hemen dibinden başlayan dağların ve kayaların azameti müthiş duygular uyandırıyordu insanda. Bu plajın hemen dibinde sıra sıra dizilmiş balıkçı restoranları, çay bahçeleri Cenevizlilerden kalma kaleye kadar uzanıyordu.
Amasra halkının geçim kaynaklarının başında, balıkçılık, kömür madeni ve turizm gelmektedir. Halk turizmle ve turistle o kadar haşır neşir olmuş ki benimsemişler tüm benliklerinde. Yaz sezonunda Amasra’da kalacak yer bulmak çok büyük bir sorun. Halk kendi oturdukları evleri bile aparta verebilmektedir.
Neyse ki bu eşsiz doğa harikasında en sonunda acıktığımız aklımıza geliyor. Peki Ne Yenir, Nerede Yenir?
Amasra’da ,tabi ki balık yenir ve meşhur Amasra salatası. Peki Nerede Yenir?
Amasra bir balıkçı kentidir ve bu sebeple Karadeniz’de çıkan bütün deniz mahsullerini en usta ellerden en leziz şekilde sunulduğu bir yerdir. Evet, kesinlikle gerçek hislerimiz bunlar. Amasra salatası kendini tescilletmiş bir lezzet gizli sosları ve tarifleri olan bir salata mesela. Salata deyip geçmeyin denemeden önce ben de böyle düşünmüştüm. Duymuştuk Amasra’ya gelmeden önce lezzetli balıklarını ve salatasını. Biz de denemeliydik ki öyle de yaptık. Amasra’da hemen hemen her balık lokantası lezzet konusunda birbiriyle yarışır hale gelmiştir. Çünkü küçük bir yer olduğu için o lokantanın aşçısı işten ayrılıp başka bir restorana geçiyor ve bu şekilde gizli tarifler hemen hemen her restorana dağılmıştır. Neyse bırakalım laf salatasını , yemeğe geçelim.
Canlı Balık ( Hasan Amcanın Yeri)
Çeşm-i Cihan Restoran
Mavi-yeşil Restoran
En başta sayabileceğimiz lezzet ustaları bunlardır.
Bu restoranların hepsini referans üzerine gittik ama hepsini de test etme imkanı bulduk. Yaz sezonunda inanılmaz bir kalabalık oluyor Amasra’da ve bu sebeple balık restoranlarında bile belli bir sırayla yemek yiyebiliyorsunuz. Kalenin hemen yakındaki Canlı Balık ilk tercihimiz olmuştu ve en az bir yarım saat bize sıra gelmesini bekledik. Bekledik ama beklediğimize değmişti. Mevsimi itibariyla , mezgit balığı ve salata tercih etmiştik ama Amasra Salatası. Şiddetle tavsiye etmekteyiz. Siparişlerimiz geldiğinde masadaki görünüşü bile harikuladeydi. Sanatkarane bir tablo edasıyla dizilmiş balıklar ve salata enfes görünüyordu. Yemeğimiz bittikten sonra her Türk’ün yaptığı gibi kürdanlarımızı ağzıma saplayacakken bir ikram geldi . Ballı manda yoğurdu… denemeliydik. Bu kadar enfes bir lezzet ancak bu sofraya yakışırdı zaten. Manda yoğurdunun üzerinde gezdirilmiş bal bu da tavsiye edilmektedir. Hemen denizin dibindeki masamızda bir yandan güneşin batımını izliyorduk. Fakat bir başka güzel batıyordu güneş bile burada. Vakit itibariyle grileşen Karadeniz’in üzerinde ışık yumağı gibi yatıyordu güneş. Gerçekten anlatılamıyor yaşanabiliyor sadece Amasra.
Yorgun olduğumuz anca denizin kenarındaki çay bahçesinde yudumladığımız çayla beraber kendini hatırlatmıştı bize. Kısa bir geceydi bizim için o gün. Ve sabahın ilk ışıklarıyla uyanmış Güzelim Amasra’yı keşfetmeye hazır kıta bekliyorduk. Yöresel yiyeceklerden oluşan kahvaltımızı yapmış ve çakı gibi sokaklara dökülmüştük. Bir önceki gün kapısına kadar gidip de geri döndüğümüz Cenevizlilerden kalma, Fatih Sultan Mehmet Han’ın fethettiği kaleyi gezmek için yine kalenin kapısına gelmiştik. Kapının olduğu yer o kadar şirin bir manzaraya sahipti ki diğer kalelere benzetemedim. Otantik bir görünüşü vardı. Kapıdan içeri girdiğimizde hemen karşısında bir kapı daha bekliyordu bizi. Tarihi ögelerle doğanın birleştiği ve bu kadar güzel yakıştığı masumluğu daha önce hiç tatmamıştım. Kale bir tepeciğin üzerine kuruluydu ve bu tepeciği ada şeklindeki asıl yerleşim alanına bağlayan güzel bir köprü. Köprünün hemen üzerinde bir çay bahçesi karşısında Tavşan Adası, muazzam bir tablo dünyadan değildi sanki burası. Köprüyü geçip ilerlediğimizde kalenin bir kapısını daha aştık. Tepeye doğru giden taşlık bir yolu arşınlamaya koyulduk. Ve nihayetinde tepeye ulaştığımızda tüm AMASRA’nın ayaklarımızın altına serili olduğunu gördük. Amasra’yı dinliyorduk gözlerimiz kapalı. Muazzam bir güzellik, aşık olunası bir manzara… Bu tepenin isminin Boztepe olduğunu öğrendik ve tepenin hemen ucunda küçük bir çay evi ve yanında ağlayan bir ağaç. Tepe Amasra’yı ayaklarımızın altına seriyordu. Ve karşımızda küçük bir ada’ Tavşan Adası’. Bu adaya Tavşan Adası denmesinin sebebi içerisinde bir sürü tavşanın olmasındanmış. Ve oradaki insanlardan duyduğumuz kadarıyla kaleyle ada arasında gizli tüneller varmış. Çaylarımızı yudumladıktan sonra aşağıya doğru ilerledik. Kalenin içerisinde Cenevizlilerden kalma bir kilise bulunmaktadır. Ve şirin bir cami Fatih Sultan Mehmet döneminden kalma. Bu camide Fatih dönemimden beri her Cuma namazında imamın hutbeye kılıçla çıkması adeti süregelen bir adetmiş. Kaleden çıktıktan sonra Amasra’nın şirin küçük takıcılar çarşısına uğradık. Sıralı halde dizilmiş bir sürü takıcı, küçük bir arasta, sevimli sevimli Amasra hatıralar, hoş insan manzaraları, ilginç bir o kadar da komik diyaloglar, caddenin bir tarafına dizilmiş güldüren, güldürürken de düşündüren köylü kadınları. Amasra, yaşanılası, güzel insanlarla dolu, dünyadan olmayan bir yer.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder